Bir dostum, beklemediğim bir anda ´sen hiç kültür şoku yaşadın mı?´ diye sordu. Pek alakası olmayan bir
anımla yaşadığımı anlatmaya çalıştım. Daha sonra bu soru beni bir süre meşgul etti.
Gerçekten bir kültür şoku yaşamış mıydım? Hollanda’da bulunduğum yirmi yıllık süreyi yeniden gözden geçirdim,
anıları bir bir sıraya dizdim. Sonuç olarak kültür şoku denebilecek bir olay yaşamadığımın kanısına vardım.
Aslında ben, Doğu Anadolu´nun sonradan haritaya alınmış bir dağ köyünde doğup büyüdüm. Orta ve lise eğitimimi Erzurum´da yaptım.
Erzurum´dan başka bir yere çıkmadım. ?lk çıkışım Hollanda´ya oldu.
Hemen Hollandacayı öğrenmem yaptığım işlerin en iyisiydi. Belki de bu yüzden bir kültür şoku yaşamadım.
İnsanın kendisini ifade edebildiği ve ifade edileni anladığı bir ortamda kültür şoku yaşaması
olasılığı azdır diye düşünüyorum.
Tabii ki dil önemli bir etmendir, fakat bunun yanında, belki daha da önemlisi, gelişime açık bir tavrın olmasıdır.
Kavramalara takılıp kalmadan, yaşadığımız ortamın gerçekleri doğrultusunda kendimizi sorgulayan,
tamamlayan ve belki zaman zaman yeniden tanımlayan bir tavır…
Kültürün dinamik bir olgu olduğuna inanma zorunluluğu vardır. Bu anlamda kültürel benlik olarak kimlik, durağan bir olgu değildir.
Bu konuda insanın kendisini zorlaması, yaşadığı toplumda izole etmesine yol açar. Başka kültürleri tanıdıkça,
yalnızca bizim kültürümüze özgü sandığımız birçok değerin gerçekte evrensel özellik taşıdığını görüyoruz.
Bu anlamda kültür bir boyutuyla evrenseldir. Aile bağlılığı, inanç, hoş görü, misafirperverlik, komşuluk ilişkileri vb. gibi.
Bizim mutfağımızın zenginliği veya Arap âleminin göbek dansı şekil olarak farklı görünse de kavram olarak her kültürde var
olan olgulardır. Namus kavramı bütün kültürlerde vardır. Bizdeki başka gözükse bile, çok iyi incelendiğinde tek fark,
algılanıştaki kısıtlılık ve kısırlıktır. Namus kavramı başlı başına bir
yaşam tarzıdır. Komşuluk ilişkilerinden kazançtaki dürüstlüğe kadar geniş yelpazede tanımlanması
ve değerlendirilmesi gereken ahlaki bir olgudur. Kan davası gibi olaylar ise cehaletin kudurmuşluğudur.
Bu, her toplumda vardır. Cehaletin olduğu her toplumda vardır. Cehalet ise yine her toplumda, az ya da çok olan bir olgudur.
Aslında farklılık, insanın kendisinin yarattığı bir olgudur. Genelde aynı olan kültürel değerleri
başkalaştırma ve farklılaştırma çabası, insanın kendisini bir başka gösterme hevesinden ibarettir.
İnsanın yaşadığı topluma açılamaması ve kendi kabuğuna çekilmiş bir halde yaşaması
durumunda, kendi yarattığı farklılık tutunacağı dal konumundadır. Bu olay, genelde ezikliğin ve
kompleksin ifadesi olarak kendisini gösterir. Kültürlü ve sosyal yeteneği gelişmiş insanların farklılığı
ürettiklerinde kendisini gösterirken, diğerlerinin farklılığı yalnızca davranışlarda yoğunlaşmıştır.
Bu durumda şekilcilik ön plana çıkmaktadır. Bence bir toplumun kendisini bir başka topluma karşı süper olarak göstermesi
ve bu tavrıyla bir diğeri üzerinde hakimiyet kurmaya çalışması da yine bir ezikliktir ve uygarlıkla asla bağdaşamaz.
Uygarlık kavramında bütün kültürleri kucaklayan ve ürettiğini bütün kültürlerle paylaşan bir mütevazilik ve yücelik vardır.
Kısacası, kültür şoku yaşayıp yaşamıyacağınız, içinde bulunulan topluma ve onun kültürüne hangi düzeyde
ve nasıl bir pencereden baktığınıza bağlıdır. ?deolojik yaklaşımdan uzak,
hümanist bazda bir yaklaşım; yeniliği ve güzeli algılamada hassas bir tutum insanı sürekli gelişime ve değişime sevk eder.
Sağlıklı bir iletişim ise bu gelişmenin anahtarı konumundadır.
Dordrecht, Aralık 2001