MAHİR ÇOBAN VE KULA KOYUN

Her sabah beni bir his hep o tarafa çekerdi, Oyuk Dağı´na. Oyuk Dağı´nın böğründe sürüyatağı vardı.
Sürüyatağı olmaktan çıkmış muhabbet otağı olmuştu orası. Köyümüm üç, bilemedin dört
kilometre uzağında küçük bir dağdı Oyuk. Sabahleyin erkenden duyardık Mahir çobanın kavalından akıp
gelen kader ağıtını:

Bu dağlar bensiz olmaz

Gülü dikensiz olmaz

Çobanlık alın yazım

Bu da sevdasız olmaz

Mahir çobanın ağzından düşmeyen bu dörtlüğü bilmeyen çocuk kalma- mıştı köyde.
Aslında bizleri sabahın köründe Oyuk Dağı´na yönelten bu ağıt değildi.
Bizleri Oyuk Dağı´na koşturan Mahir çobanın kendisiydi. Bizleri çocuk olarak görmez,
büyük insanlarmışız gibi davranır ve arkadaş olur, ketesini, çöreğini bizlerle paylaşırdı.
Öğlenleyin süt sağar, kaynatıp bizlere içirirdi. Çocukların aralarındaki kırgınlıklara da hiç
dayanamazdı, hemen barıştırırdı.

Komşu köyden gelip bizim köyde çobanlık yapardı Mahir. Babasının mesleğiymiş,
çobanlığı ondan öğrenmiş. Geceleyin koyunlarla konuştuğunu söylerdi bize bizlere.
Ağzımız bir karış açık onun koyunlarla olan muhabbetini dinlerdik. Mahir çoban, 25 yaşlarında,
ortaboylu, yuvarlak suratlı, güçlü bir adamdı. Yüzünden merhamet dolu tebessümü hiç eksik olmazdı.
Hele çocuklara karşı olan sevgisi dillere destandı. Mahir çoban sürüyü köye getirdiğinde peşinde
bir sürü de çocuklardan oluşurdu. Oldukça temiz ve düzenli giyinirdi.

Bir keresinde yine köyden birkaç arkadaş öküzlerimizi birlikte gütmek için Mahir çoban´ın yanına,
Oyuk Dağı´na gitmiştik. Mahir çoban yine her zamanki gibi koyunlarla olan anılarından
anlatmaya başladı: Sürü yatağında yattığında Mahir çoban, Kula koyunu koluna bağlar
öyle yatarmış. Sürü gece vakti kalkıp gidecek olduğunda Kula koyun çırpınıp
Mahir çobanı uyandırırmış. Veya sürüye kurt daldığında yine iş Kula koyuna düşermiş.
Bir keresinde sürü yine uykuya dalmış, Mahir çoban da Kula koyunu koluna bağlamış ve uyumak istemiş.
Kula koyun başlamış huysuzluk etmeye. Bağlı olarak yatmak istemiyormuş. Ýlk defa böyle huysuzlanmış Kula koyun.
Çaresiz salıvermiş Mahir çoban onu. Ayaklarını açıp serbest bıraktıktan sonra kaçıp gitmesini beklediği
Kula koyun başlamış birden Mahir´in yüzünü yalamaya ve başıyla onu okşamaya.
Sanki kızgınlığını ve küskünlüğünü gidermek istiyormuş Mahir çobanın.

– Ne oluyor Kula? Derdin nedir? Dur bakalaım hele, demiş Mahir.

Kula koyun duraksamış. Anlamlı anlamlı Mahir çobanın yüzüne bakarak sessizce yanına uzanmış.

– Beni bağlıyarak, özgürlüğümü hapsederek dostluğumu kazanamazsın. Ancak bana güvenerek dostluğumu kazanabilirsin.
Özgürlüğümü vereceksin, bazen huysuzlanırsam tahammül edeceksin. Çobanlığının değeri
benim varlığımla vardır, beni görmezlikten gelmiyeceksin, demiş.

Hep birden kahkahalarla gülmeye başladık.

– Bunları Kula koyun mu söyledi? Olamaz böyle bir şey! Ne yani Kula koyun dağda demokrasi mi istiyor,
diye çıkıştı Ömer. O zaman seçme seçilme hakkı da ister bu koyun. Haa haa haaa!
Ankara´da demokrasi yok, dağda Kula koyuna mı olacak. Haa haaa haaa!!

O zaman koyunlar da çobanını seçmek için sandık başına gitmek isterler.

´Mee mee mee´ diye başlayıp arkasından da kahkahalar attı Ömer. Diğer çocuklar birden sessizleşmişlerdi.

– Ne diyor bu Ömer, ya? ´Demosi de ne demek oluyor?´ diye sordu Hüso. Ankara Türkiye´nin başkenti. ´Ya demosi neresi?´ diye ekledi Hüso.

– Demosi değil oğlum, demokrasi. Siz bilmezsiniz. Hepiniz cahil kalmışsınız.
Öğretmedi mi öğretmen sizlere demokrasinin ne olduğunu?.

Bizler yine susmuş, şaşkın şaşkın Ömer´in yüzüne bakıyorduk.
Ömer kasılmaya başlamıştı. O, ilkokulu şehirde amcasının
yanında okumuş ve o sıralarda ortaokula devam ediyordu. Ömer bizlere demokrasi dersi vermeye başladı.
Bir sürü şeyler anlattı, fakat kimse anlattıklarından bir şey anlamamıştı.

– Mesela, köyümüzün muhtarı Ali Ağa´yı kim seçti? Tabii ki bizler seçtik, yoksa o nasıl muhtar olabilirdi? Ýşte demokrasi bu demektir.

Muzo hemen atıldı oradan:

– Babam onu istemiyordu, fakat evimize gelip babama baskı yaptılar.

– O da ne? Sulandırmayın çocuklar. Ben gerçekleri konuşuyorum, diye kesti konuşmasını
Ömer ile Muzo’nun konuşmasını Mahir çoban.

Bizler yine hep bir ağızdan ´mee meeee´ diye melemeye başladık.

Ömer atıldı birden:

– Koyunlar ne istiyorlar biliyor musun Mahir abi?

– Ne istiyorlar?

– Biz Mahir çobanı istemiyoruz. Yeniden sandık başına gidelim, diyorlar.

Yine bir suskunluk oldu. Onu da anlamamıştık. Biraz da Ömer´i anlamamış olmamızın etkisiyledir ki
başladık yine kahkaha atmaya.

Kahkahalar yükseliyor, gülmekten kendimizi alamıyorduk. Mahir çoban hiç istifini bozmadan ve bizlere de kızmadan konuşmasına devam ediyordu:

– Kula koyun benimle adeta pazarlığa girmişti. Diğer koyunlara da iyi davranmamı, onları otu bol yaylalara götürmemi istiyordu.
Kula koyun bir de tehdit savurup:

– Ya dediklerimi yaparsın, ya da bundan böyle sütümüzü sağıp içemezsin.

Mahir çoban devam ediyordu anlatmasına.

– O gece Kula koyunla uzun uzun konuştuk. Ona istediklerini yapacağımı söyledim.
Kula koyun yanıma sokuldu ve başını göğsüme koyarak yanıma uzandı.
Ben uyuyacağını sandım. O ise konuşamasına devam etti.

– Sen yat Mahir çoban. Korkma ben uyumam. Sürüyü ben beklerim. Kaldı ki hepsiyle konuştum.
Sen uyanıncaya kadar kimse bir tarafa gitmeyecek, dedi Kula koyun.

Kula koyuna güvenerek uyumaya başladım. Birden bir gürültüyle uyandım. Bir baktım sürüye kurt saldırıyor.
Kula koyun ve diğer koyunlar birbirlerine girercesine bir araya gelip delinmez bir yumak oluşturmuşlar.
Kurt ne taraftan saldırmak istiyorsa o yumak o tarafa doğru kayıyor. Kurt bir türlü sürüyü birbirinden ayıramıyordu,
yavaş yavaş geriye doğru, arka arka yürümeye başlamıştı.
Koyunlar yumak halinde kurdun üzerine doğru gidiyordu. Kurdun korktuğu belliydi. Birden yerimden fırladım,
değneğimi aldım ve kurda doğru bağırarak hücum ettim.
Benden güç alan koyunlar da daha hızlı yürümeye başladılar.
Kurt hızla arka arka gidiyordu. Gide gide altı uçurum bir kayanın tepesine geldi. Değneğimi fırlattım,
ondan kurtulmak isteyen kurt dengesini kaybetti ve kayadan aşağı düşerek ölüp gitti.

Bütün sürü hep bir ağızdan melemeye başladılar. Sanki zafer kazanmış kahramalar gibi şenlik yapıyorlardı.
O günden sonra Kula koyunu artık hiç bağlamadım ve o yılki çobanlık hakkım olarak Hacı
Teyyar Amca´dan Kula koyunu istedim. O da, sağ olsun, esirgemeyip verdi Kula koyunu bana. şimdi ben nereye gidersem Kula koyun benimle birliktedir.

Hikayenin buraya kadar olan kısmını oldukça ciddi bir şekilde dinlemiştik. Mahir çoban iyi de anlatırdı.
Dinlettirirdi yani. Birden yine hep birlikte kahkaha atmaya başladık.

– Yapma be Mahir abi. Bu kadar da olmaz. Pes yani!

Biz gülerken Mahir çoban başını sürüye doğru çevirdi ve o gür sesiyle:

– Kula koyun gel buraya, sen anlat bu çocuklara, dedi.

Bir de ne görelim. Kula koyun sürüden ayrılıp bize doğru gelmezmi! Gelip Mahir çobana sürtünmeye başladı.
Mahir çoban oldukça efkarlanmış olacak ki, kavalını dudaklarına değdirerek bizleri büyüleyen o ağıtını
yine dertli dertli üfürmeye başladı:

Bu dağlar bensiz olmaz
Gülü dikensiz olmaz
Çobanlık alın yazım
O da sevdasız olmaz

Kula koyun gel yanıma
Mele ses kat avazıma
Çobanlık alın yazım
Gül ol aç ayazıma

Mahir çoban bu ağıtını çalarken bizler de hep bir ağızdan türküsünü söylüyorduk. Mahir artık konuşmak istemiyordu.
Keçesini sırtına, deyneğini de eline alarak Kula koyunuyla birlikte sürüsüne doğru ağır ağır
yürümeye başladı. Biraz uzaklaştıktan sonra bizlere dönerek:

– Öğleyin Çatalkaya Gölü´nde buluşuruz. Sütünüz kaynamış olarak sizleri bekliyecek. Gelin ha! Hepinizi bekliyorum,
dedi ve aheste aheste yürümesine devam etti.